AKADEMİK GEYİKLER

AKADEMİK GEYİKLER SERİSİ..öğrenmek ve eğlenmek niyetiyle:)



AKADEMİYİ TANIYALIM

Her kurum gibi akademik alanın da bir görevi var, buna kısaca "bilgi üretimi" denebilir. O halde akademiyi tanımada, bu bilgi üretimi meselesinden yararlanabiliriz.

Akademide pek çok insan yer alır ancak iş yönetime gelince patron tektir. Dolayısıyla bu yapı içinde, üretilen bilginin dağılım biçimi çok önemli hale gelir. Mesela diyelim ki aşağıda bir bilgi üretildi ve bu yukarıya iletilecek. Bilgi yöneticiye gidene kadar saf ve berrak kalabileceği gibi, yolda süzülürken tümüyle arızaya da uğrayabilir. Bilginin yol boyu gösterdiği bu değişim oranını ne kadar anlar isek, akademiyi de o denli tanımış oluruz. İşimiz kolaylaşsın diye bilgideki değişim oranına şimdilik GUK diyelim ve bir misal vererek konuyu anlamaya çalışalım.

Diyelim ki, aşağılarda bir yerlerde bir sorun oluştu ve bu soruna dair şöyle bir bilgi üretildi. "Gelsin de görsün halimizi şu .... dekan"! Şimdi..bu bilgi dekana aynen ve hiç değişmeden aktarılabilirse, yani bilgi hiç bir değişime uğramazsa ne ala. Ancak genellikle işler böyle yürümez..şöyle yürür.

Birinci aşama değişim: "Gelsin de görsün halimizi şu .... dekan" bilgisinde yer alan noktalı kısım, adabı muaşerete uymaz, atılır.

İkinci aşama değişim: Cümledeki "gelsin” kısmı, bir yönetici ayağa çağrılamayacağından, atılır.

Üçüncü aşama değişim: Cümledeki "görsün" ifadesi birinci tekil şahısla ifadelendiğinden, atılır.

Dördüncü aşama değişim: Cümledeki "halimiz" ibaresi, şikayet eden bir ahaliye işaret ettiğinden, atılır.

Bilgide süzüle süzüle gerçekleşen değişimden sonra, geriye söylenecek bir şey kalmaz. İşte bu değişim oranı sonucunda kalan şeye GUK denir ve mesele Dekan'ın sorma ihtimaline kadar açılmamak üzere kapanır.

Şimdi, elimizde olan bu ölçüt çerçevesinde akademiyi sınıflandırıp tanımlayabiliriz.





İDARECİ POZİSYONLARI

Üniversiteler çeşitli fakülteler ve bölümlerden oluşur. Bazıları tek fakülte, bazıları 10 fakülte..bazıları tek bölüm, diğerleri 20 bölüm olabilir. Kuşkusuz üniversitenin baş yöneticisi olan Rektör açısından, çok fakülte - çok bölüm durumu en eğlendirici olandır. Akademikler çoğalıp çeşitlendikçe, üretilen bilginin içeriği de zenginleşip, eğlenme olasılıklarını arttırır. İnsanların yükselme hali, atanma hali, ders hali, makale hali gibi akademik eğlencelerin yanı sıra..ruh hali, hırs hali, aşk hali, kavga hali vb haller de çeşitlenip, kurumun bilgi üretimini zenginleştirir.  Madem rektörlük makamından başladık, o halde önce onu ve görevlerini tanıyalım.

SPRİTÜEL POZİSYON: REKTÖRLÜK

Rektörler, üniversite açısından “kara dutum.. çatal karam.. bi tanem“ dirler.  Asli görevleri üniversitenin bilgi üretimini arttırmak ve kuruma çeki düzen vermektir. Rektör olmak zordur, öyle hemen her niyet eden Rektör olamaz. Çünkü, Rektörlük için sadece akıl yetmez..Rektörlük aynı zamanda bir gönül işidir. Bu yanıyla da, sadece bilimsel değil, aynı zamanda spritüel bir pozisyondur. Gönlün, arınmış ve en saf halde iş görebilmesi demek, bir çeşit inziva demektir. Öte yandan inzivada olmak, olan bitenden haberdar olmamakla sonuçlanır. Dolayısıyla rektörler açısından bu mesele, en temel paradokslardan birine dönüşür. Bu paradoksu aşmak ancak GUK olgusuyla mümkündür ve kaçınılmaz biçimde Rektör'lük, akademide en yüksek GUK oranına sahip pozisyona dönüşür. Bir başka deyişle, Rektörler bir yandan "bilgi üretimi"ni destekler, bir yandan da bilginin yol boyu, süzüle süzüle mutasyona uğramış haliyle yarattığı emitasyonel bir gerçeklikte iş görürler.

Bu oldukça çileli pozisyonda tespit ettiğim en büyük ödül şudur. Rektör, bizim çaycı Hüseyin'in  "cam" bardakta çay sunma lütfunda bulunduğu tek kişidir..tabaktaki emitasyonel peçete de, işin kozmik mizahıdır diye düşünmekteyim.

KAZAN - KAZAN POZİSYONU: DEKANLIK

Rektörden sonra gelen en yetkili pozisyonda Dekanlar bulunur. Dekanlar, fakültelerin işleyişine çeki düzen vermekten sorumludurlar. Ancak Dekanlık da pek kolay değildir. Bir zamanlar, kendilerinin de işleyişinde yer aldıkları bir birimi yönetmekte ve çoğunlukla onlar tarafından seçilmektedirler. Akademiklerle bire bir daha yoğun temasta olmaları sayesinde, üretilen bilgiye daha yakındırlar ve bilginin yeniden dağıtımından da sorumludurlar. Dolayısıyla bu, oldukça hassas bir "seviyeli ilişki" zorunluluğu anlamına gelir. Açıktır ki, ancak çok zarif adımlarla raks edilerek bu pozisyonun hakkını vermek mümkündür ve bu zarif raks, günümüzde kazan - kazan olarak tanımlanmaktadır. Anlamak için bir misal verelim..Sahne Dekan odası: Bir öğretim üyesi, Dekanından daha yeni, daha hızlı bir bilgisayar koparma derdindedir ve Dekanın bunu yemeye hiç mi hiç niyeti yoktur.

Öğretim üyesi - Sayın hocam..biliyorsunuz ki biz bir proje üzerinde çalışıyoruz ve bittiğinde inanın olay olcaz. Ancak arkadaşlarla görüştük de..anladık ki bizim teknik desteğimiz eksikmiş, ondan şey olmuyomuş meğer..

Dekan: Anlıyorum..öncelikle bu çok sevindirici bir haber hocam.  Ancak biliyorsunuz ki şu sıra elimizde yeterince kaynak yok, ama en kısa zamanda bunu gündeme taşıyacağım merak etmeyin..fakültemiz adına çok iyi bir haber verdiniz teşekkür ederim.

Öğretim üyesi: Sağ olun var olun hocam. Bilim camiası size minnettar kalacak inanın.

Şimdi burada ne oldu..Öğretim üyesi samimi bir ortamda Dekanına bilgi sundu. Dekan bilgiyi aldı..arka cebine koydu ve öğretim üyesine takdirini sundu. Her iki taraf da, yükseltilmiş GUK oranı üzerinden kurdukları bu iletişimden iyi  hislerle ayrıldı. Bilgisayar mı..bilginin yeniden dağıtım sürecinde elbette dağa kaçtı.

REHBERLİK POZİSYONU - BÖLÜM BAŞKANLIĞI

Sıra geldi Bölüm Başkanlarına. Adı üzerinde..bölümlerin başkanları varsa, bölümlerin gövdesinin öğretim üyelerince oluşturulduğu, ayak olma halinin ise araştırma görevlilerine kaldığı düşünülebilir.

Ancak diğer organlara geçmeden önce, Bölüm "Baş"kanlarının, bu baş olma halinin tartışma konusu olduğunu hatırlatmak isterim.. Bir Rektör ve kısmen bir Dekan, kendi göz-kulak ve ağzıyla konuşabilirken, genellikle bir bölümün Başkanı bundan yoksundur. O, konuşabilmek için bölüm akademik kurulunun, fakülte yönetim kurulunun, senatonun vb pek çok organın ağız, göz, kulak ve söz birliğine muhtaçtır. Bu durumdaki bir pozisyona "baş" demek bir nevi haksızlıktır aslında. Gerçek bir baş olunduğunda "vurun tez elden saçlarını" diyerek, ahengi bozan teller hızla uçurulabilir ve istenen her ne ise yaratabilirdi..oysa şimdi anlıyoruz ki bir Bölüm Başkanı, bir tutam saçı kesebilmek için bile, akademik kurulda geçen şu tür konuşmalara mahkum bir adamdır . Sahne: Bölüm toplantı odası; Konu: Öğretim Üyesi Haydar beyin saçları.

Bölüm Başkanı - Arkadaşlar.. bugünkü toplantı konumuz şu. Haydar beyin tepesindeki bir tutam saç, bir kaç zamandır mevsim normallerine uygun hareket etmiyor kanaatindeyim. Ahenksiz raks eden bir kaç telinin feyz alınsın diye kesilip, bir kaçının da jöleyle keline şappp diye yapıştırılması gerek diye düşünüyorum..evet buyrun görüşlerinizi alalım.

Bir öğretim üyesi - Hattizatında benim önerim şudur..saçın tümüyle jölelenerek sağ tarafa yatırılması ve kel kalan kısma da saç ekilmesi zannımca daha uygun bir çözümdür. Böylelikle arkadaşımızı da rencide etmemiş oluruz.

Bir başka öğretim üyesi - Ben bunun yeterli olmayacağına inanıyorum..Haydar beyin önde rakseden perçemleri her sabah gözüme batıyordu zaten..öle insanın içini gıcıklayan bir raksedişleri var. Bunu kurumumuz açısından çok tehlikeli buluyorum açıkcası ! Bir an önce önlem alınması ve Haydar beyin, özellikle öndeki tutamının bir an önce kurul marifetiyle kesilmesini öneririm arkadaşlar.

Bir diğer öğretim üyesi - Şimdi konuyu yönetmelikler çerçevesinde ele alırsak arkadaşlar..yönetmelik mevsim normallerini tarif ederken Ankara’yı veri almıştır. Oysa burası Ege ve dolayısıyla ordaki normaller, burda aynı biçimlerde geçerli değil biliyorsunuz. O nedenle benim kanaatim odur ki, bu kurul öncelikle bizim coğrafyamıza uygun olan saçlardaki ahenk meselesini çalışsın ve bunu bundan sonra ilkeli olarak izleyelim. Haydar bey konusunu da buna bağlı değerlendirelim derim.

Bölüm başkanı - O halde kararımız şudur. Haydar beyin ön yönetmelikleri, Ankara normallerine uygun olarak jölelenecek ve geriye kalan kısma, bölümdeki ahenki bozmayacak biçimde at kılı ekilecektir..görüş birliğiyle kabul edilmiştir.

Buraya dek yazdıklarıma bakıp, Bölüm Başkanlığı'nın hiç bir eğlencesi olmadığı kanaatine varmamak gerek. Çünkü şu açık ki, bir pozisyonun eğlencesi yoksa, onun talibi de olmaz. Oysa Bölüm Başkanlığı, istenen, arzulanan ve hatta tutkuyla bağlanılan bir mevkidir. O halde soru şu..Bölüm Başkanlığı, insana haz veren ne tür rollere sahiptir?

Birincisi analık-babalık rolüdür. Bizim kültürümüzde; bir şeyin başı olmak yerine, bir şeyin babası olarak anılmak evladır. Bu akademide de aynen geçerlidir. Bölüm Başkanları, bir nevi akademik babalardır ve bu onların koruyucu-kollayıcı ve gereğinde  sopayla kovalayıcı her tür niteliklerine gönülden bir "eyvallah"ı olanaklı kılar.

İkincisi rehberlik rolüdür. Özellikle genç akademiklere, burunlarını ota-boka bulaştırmadan akademik raks etmeyi öğretirler ve dahası bale adımlarıyla zerafetle yürüdüğünü sanırken, boğazına kadar boka battığın yerden, gelip seni usulüyle çıkarırlar.

Üçüncüsü psikolog rolüdür. Bir birimle baş etmek için, bazen sadece baba ve rehber rolü yetmez. Akademikler pek çok gerilimi bir arada yaşarken sıyırtabilen insanlardır. Dolayısıyla, bu tür vakalar için her Bölüm Başkanının çekmecesinde hazırda bir beyaz önlük, bir halat ve bir acil durum düğmesi vardır.

Tüm bu vb roller şunu gösteriyor ki; birim elemanlarına en yakın pozisyon Bölüm Başkanlığı'dır. Dahası bu pozisyon, neredeyse tümüyle insani bir karakter sahibidir. Dolayısıyla hepimizde olduğu gibi, duygusal/sosyal anlamda beslenmeye açtır  ve bunun en temel yolu, birimde üretilen bilginin mümkün olduğunca Bölüm Başkanlığıyla paylaşımıdır. Bu durum, diğer pozisyonlardan farkı olarak, olabildiğince düşük bir GUK oranına işaret eder ve bu konuda birim elemanlarına önemli roller düşer.

O halde özetle şu denebilir. Eğlenmeyen, beslenmeyen bir Bölüm Başkanı kimsenin hayrına değildir ve felaket getirir. Hep birlikte eğlenmeye giden yol, Başkanın eğlenmesinden geçer.





GÖVDE NE Kİ ve AFRO AKADEMİKLER

Akademik kadroyu ve ortamı tanımak için epey yol aldık..ama hala gövde olayına giremedik. Gövde, işin mutfağında çalışanlardır ve genellikle akademinin en renkli, en eğlenceli cephesini oluştururlar. Öğretim elemanları olarak adlandırılan bu kesim, aslında kabaca ikiye ayrılır. Hoca takımı ve asistanlar. Veya bir başka deyişle; üzerlerinde ders verme yetkisi olanlar ve yetkisiz ders verenler. O halde sırayla tanımaya çalışalım.

ÖĞRETİM ÜYELERİMİZ

Bu grup, gövdenin olmazsa olmazıdır. Bizim topraklarımız, bu grubun yetişmesi için pek uygun değilse de onlar, uzun yıllar dirsek sürtüp, saçını süpürge edip, dilinde tüy biterek ve saçları tezlerle ağararak hayatta kalmak için direnmişlerdir. Bunca çileli süreçlerden geçen öğretim üyelerinin ayırd edici karakteristikleri vardır. Birincisi onlar, "odam" dedikleri yuvamsı bir mekanda yaşarlar. Varlıklarını anlamlı kılacak biçimde, "sınıfım” denilen bir mekanda, “dersim” denilen bir şey yapar, "ek ders ücretim" ile de ekmek alırlar. Bu grubu anlamak için, aralarında kutsal bir anlam taşıyan ve “doktoram” denilen şeye erişmeniz gerekir. "Doktoram", bir kitap şeklinde olup ağırlığı 5 kilo ve üzeridir. Bunun altına indiğinde, genellikle “yüksek lisans tezim” olarak adlandırılır ve erişilmediğinde bir kayıp yaşanmaz.

Grubun bir başka karakteristiği, onun bedensel ifadelerinde gözlenir. "Atanma" adı verilen zamanlar dışında, genellikle baş ve omuzlar dik, karın içerde ve gözler ufka dönüktür. Hareketler kesin, kararlı ve stabildir. Ses, genellikle komut verir tondadır ve en ufak etkiyle titreşim değiştirecek güçtedir.

Öğretim üyesi, bir yandan öğrenmek, bir yandan öğretmek durumunda olan kişidir. O nedenle "doktoram" bitse bile, bitmeyen bir "makalelerim", "bildirilerim", "hakemli dergilerim", "puanlarım, puantiyelerim" dünyasında var olma mücadelesi sergiler. Bu yetmezmiş gibi, puantiyelerini öğrencilerine aktarmakla da yükümlüdür. Bu amaçla, "ders notlarım" devreye girer ve belirli aralıklarla koltuk altına sokularak "sınıfım" denilen yerde öğrencilere aktarılır. Anlatmanın en zorlu kısmı anlaşılmaktır ve ne kadar anlaşıldığının ölçülmesi beklenir. Bu ölçüm, "sınavım" denilen şeyle gerçekleşir ve "sınavım", gerçek anlamıyla öğrenci kadar, öğretim üyesini de sınar.

Yine de tüm bu verilere rağmen, kimin öğretim üyesi olduğu ayırd edilemeyebilir. O taktirde   yapılacak ilk şey ona bir soru sormak olacaktır. Misal..

Soru; “hocam sınav nerden başlıycak..baştan sona mı, yoksa sondan başa mı çalışalım?

Cevap; Eğer sorduğunuz kişi, bu soru üzerine size şöyle bir bakıp, kafasını sallaya sallaya çekip gidiyorsa..o bir öğretim üyesidir. Rahat olun ve yolunuza devam edin. Yok..eğer soruyu sordunuz ve "sorudaki amacın akademik anlamsızlığı, yöntemin bilimsel değersizliği, olguların istatistiki geçersizliği, literatür taramasının keyfiliği, sorudaki kavramsal hatalar” vb konularda 15 dakika süren bir söylev dinliyorsanız, bilin ki o kişi öğretim üyesi değildir. Ha, peki o kimdir derseniz, şimdilik onun bir tez zede olduğunu ve sizinle sadece zedelerini paylaşmaya çalıştığını söyleyebilirim. Korkmayın ve sadece şefkat gösterin..durum geçicidir.

Ve nihayet..üniversite; akademik olduğu ölçüde, sosyal bir dünyadır da. Öğretim üyesinin bu dünyadaki pozisyonu hem yukarıyla, hem aşağıyla ilişkiyi gerektiren hassas bir kategoridir ve üyeler, tümüyle benzer davranışsal özellikler göstermezler. Elbette burada seçimler vardır ve "her seçiş bir tür vazgeçiştir" kuralı işler. Kimisi, "bölüm başkanım" ve "dekanım", kimi  "öğrencilerim" ve kimi de "bilgilerim" ile beslenir. Mutlaka,  "işlerim güçlerim"e kaptırmışına da yer bulunur.

Öğretim üyeleri, tüm seçimleri ile bir bütün olarak, "kariyerim" adlı hayat tasarımlarını deneyimlerken, bir yandan da öğrenci dünyasına bu alternatif tasarımlarıyla örnek oluştururlar. Burada olan biten her türlü etkileşim, "derslerim" klasörüne girmese de bir başka türlü ders işleme biçimidir ve belki de üniversiteyi meslek lisesinden ayıran en temel şeydir. O nedenle, farklılıkları ve renkleriyle tüm öğretim üyelerimiz var olsunlar, sağ olsunlar.

AFRO AKADEMİKLER

Bu yazıyı kaleme aldığımda, uzun yıllar süren kaşarlanmış asistanlık dönemimden yeni çıkmıştım. En çok şeyi, her daim severek iş gördüğüm bu yıllarda öğrendim. Ancak zaman aktıkça, hayat gibi akademi de değişiyor ve değişim en fazla Afro Akademik takımda kendini gösteriyor diye düşünüyorum. O nedenle bu bölümde önce yapılabilecek genellemeleri, daha sonra da dönemsel farkları aktarmaya çalışacağım.

Araştırma görevlisi; "gereğinde" her şeye koşulabilen ve "yetkisiz etkililerden" oluşan geniş bir topluluğa verilen ironik bir addır. Akademide iş görmelerine karşın, tam anlamıyla akademikten sayılmazlar. Görevleri "araştırma" olarak betimlenmekteyse de bu, sahip oldukları pek çok görevden sadece birine işaret etmektedir. Bu açıdan bakınca, bölümlerin belki de en gizemli grubudurlar. Anlamak için biraz daha yakından bakalım o halde..

Araştırma görevlileri benim gençliğimde, “odamız” denilen yerlerde sürü halinde yaşayan ve “dersim”, "sınıfım", “ek-mek şeyim” vb kavramlara sahip olmayan bir gruptu. Hem gündüz hem  gece yaşayabildikleri, bölümlerde hızla çoğaldıkları ve içlerinden pek azının akademide kalmayı becerebildiği bir dönemden söz ediyorum, gençliğimde derken. O yıllarda “doktoram” denilen şeyi başarıp, bir üst kademeye geçebilmek pek zordu dolayısıyla genellikle uzun yıllar süren “tezim var” aşamasında takılı kalınırdı. Bu takılılar, hemen çöpe atılmaz, çeşitli geri dönüşüm projeleriyle tekrar kullanıma sokulabilirlerdi..çünkü onlar, akademinin işleyişinde son derece işlevsel ve vazgeçilmez şeyler becermekteydiler.

Örneğin; gereğinde "derslerim" sahibi olanların derslerini işler, "sınavlarım" sahibi olanların sınavlarını yapar, "makalelerim" sahibi olanların makalelerini yazabilirlerdi. Dahası, yirmi dört saat okulda yaşamaları sebebiyle, bekçilik, çaycılık, boyacılık, temizlikçilik, hekimlik, fotokopicilik, ozalitçilik, marangozluk gibi temel işleri yüklenerek, disiplinler arasılığın ilk kadim örneklerini sergiledikleri de bilinirdi. Akademide, yetkisiz halde bunca etkili olmalarına bakarak, yetkili olma durumunda yapabileceklerini düşünmek istemezdi kimse.

Yazdıklarımın bu günün araştırma görevlisi adaylarını ürkütmesini istemem.. çünkü bu dönemler bitti gitti çoktan. Şimdi olan şekliyle, bu pozisyondaki değişim akıl alır ölçülerde değil ve belki de olması gerekenden hala, yine çok uzak. Durumu, bir örnekle anlatalım..

Bir hoca, araştırma görevlisine akademik zerafetle iş vermektedir. İlk önce geçmiş dönem örneğine bakalım.

Hoca - Şimdi şu konuda konuştuklarımızı bir elden geçireli-m, toparlayalı-m ve kısa bir metin haline getirip öğrenciye dağıtalı-m. Kolay gelsin.

Araştırma görevlisi - Tamam hocam.. iyi günler.

Hocanın istediği metin, ertesi gün hazır olarak öğrenciye dağıtılmış, iş bitmiştir.

Bir de yeni döneme bakalım.. bizzat başıma gelmiş şekliyle.

Hoca - Şimdi şu konuda konuştuklarımızı bir elden geçirelim, toparlayalım ve kısa bir metin haline getirip öğrenciye dağıtalım. Kolay gelsin şeker.

Araştırma görevlisi - Tamam hocam yapalım valla, ne güzel düşündünüz. Görüşürüzzz.

Aradan bir gün geçer, tık yoktur. Üç gün geçer, hala tık yok.. bir hafta sonunda hocanın tıkı atar ve araştırma görevlisini arar.
Hoca - Ya merak ettimdi, noldu şu bizim yazı acaba?

Araştırma görevlisi - Hocam ben de tam bunu düşünüyodum valla.. yapalım dediniz ama sizden haber çıkmadı.. ben de ne zaman yapcaz diye haber bekliyodum!

Hoca - Hö ??

İki dönem arasındaki bu fark hem toplumsal, hem de kişisel değişimlerle ilgili. Ve kuşkusuz sadece araştırma görevlileri üzerinde değil, gövde ve idareci takımının tutumlarında da yansıma buluyor.

Geriye baktığımda şunu görüyorum ki; otoriter yönetim anlayışları, tabandaki dayanışma ve mücadele ruhunu güçlendirerek, kollektif olanın alanını genişletmişti. Demokratik yönetim anlayışları ise, bireyi özgürleştirerek özel olanın alanını büyüttü. Oysa akademi, özel ve kollektif olanın vazgeçilmez işbirliği ile var olur ve tek tek kişisel farkındalıklar, işbirliğinin seyri üzerinde ciddi etkiler yaratır.

Geçmişte henüz Afro Akademik olduğum yıllarda, bir gün kapım çaldı. İçeriye son sınıfta okumakta olan bir kız öğrencim girdi. "Funda abla sana bir şey sorcam" deyip sandalyeye çöktü. "Buyur sor şeker" diyerek bağrımı açtım. Konuşma şöyle gelişti..

Öğrenci - ben "hoca" olmak istiyorum..

Ben - Hmm anladım..peki neden?

Öğrenci - Çünkü ben yakında "evlenicem" ve "kocam" başka işte çalışmama "izin" vermiyor!

Ben - .................. hmmm................ sen "hoca" olma şeker!

Öğrenci - Neden ki?

Ben - Öğrenciye derste ne anlatcan..kocam izin vermedi, ben de akademik oldum mu diycen?

Öğrenci - ...........olmadı değil mi..........

Ben - sanki...

Şimdi baktığımda, verdiğim cevabı çok acımasız buluyorum.. soru, gençliğime denk gelmeseydi, muhtemelen daha şefkatli, daha temkinli, daha yol gösterici sözcükler bulabilirdim. Mesela; "tutkulu" bir öğrenme niyeti ve "meraklı" bir aklın seçimi olarak, akademinin  ona çok uygun olacağını ve bilincini buraya koyma koşuluyla,  kararını yeniden düşünebileceğini söylemek gibi. Ama geçen geçti ve olan oldu..kalan sağlarla yola devam edildi.

İşi özetlersek, Afro Akademik olmanın ne zor bir zenaat olduğunu söyleyebiliriz. İster o yolla, ister bu yolla. Onlar; yeterliliğin, puan ve puantiyeler ile ölçümlendiği bir dünyada, her geçen gün değişen ölçütlere tabi olmaya, en az gövdedekiler kadar sıkışmış durumdalar. Bu sıkışıklıkta "tutkularım", "meraklarım" adı verilen değerleri koruyarak var olmayı sürdürmek, pek azına nasip.  Eğlenebilen ise belki neredeyse yok.

Bu yeterli değersizler, yeterli değerliler, yetersiz değersizler, yetersiz değerliler çorbasından çıkmanın bir tek kadim yolu var, o da ; her ne yapıyorsak, onun da bizi yaptığını hatırlamak. Başka bir yol yok.

Tüm Afro Akademiklere ve Afro Akademik ruhlara sevgilerimle:)






AKADEMİK GEYİKLER SERİSİ..öğrenmek ve eğlenmek niyetiyle:)

NASIL ASİSTAN OLUNUR ?

Evet..her şeye en baştan başlıyoruz. Diyelim ki bir bölüme asistan olmak için başvurmak istiyoruz. Önce ne yaparız? Elbette ilk iş olarak bir gönül yoklaması çekeriz. Yani bölümün bizi almaya niyeti var mı, gönülde başka adaylar yatıyor mu gibi sorularımıza yanıt ararız. Bu sorular doğrudan sorulamadığından, gönül yoklaması işine dolaylı yaklaşır ve şu hatalı sondaj alanlarından geçeriz.

Öğrenci, hocadan bir tüyo alabilirim umuduyla sorar - Hocam şey..ben okulun asistanlık sınavına girmek istiyorum da..acaba neler çalışmam gerek?

Hoca, klasiklere girmiş tarzda cevaplar -  anladım..o zaman şu şu şu konulara bak bi..acık da şuna çalış..biraz da buna bak..sanırım yeterli olur.

Bu görüşmeden eli boş dönülmesi kaçınılmazdır, dolayısıyla öğrenci bu kez kendini, araştırma görevlisi bir abinin yanına atar.

Örenci -  Abi ya..ben de senin gibi asistan olmak istiyorum.. napmam lazımdır, bana bi yol göstersen ?

Asistan - Valla ne diyim ki..hayrına olsun yani. Ama bana soruyorsan salla burayı, git kendini kurtar derim sana.. görmüyomusun yaw halimizi şurda ala alaaa..!!!

Sondaj çalışması ne hoca, ne asistan tayfasıyla sonuçlanmadıysa, geriye gerçek adresle yüzleşmek kalır. O adres, her daim burnumuzun dibinde duran çaycı Hüseyin'den başkası değildir.

Öğrenci - Hüseyin abi ya, ben bu okula asistan girmek istiyorum..sen kırk yıldır buranın gediklisi çaycısısın be abi..nasıl oluyo bu işler?

Çaycı Hüseyin - Ahmetcim sana açıkca söyliyeyim bak..hiç şansın yok oğlum. Alınacak adam çoktan belli. Kemal’i alcaklar bak, söylemedi deme. Sen uğraşma bu işlerle, git başının çaresine bak dışarıda..bu da sana abi nasihatidir benden.

Öğrenci: Hadi ya !

Arayan bulur.. bu ilke akademide de geçerlidir. Gelelim neden Ahmet'in değil de, Kemal'in alındığı konusuna. Elbette her seçim, çeşitli rivayetlere gebedir. Ancak her rivayet gerçeklik taşımaz. Ben bu faslı geçerek, olası diğer nedenleri vurgulamak isterim. Birinci olarak her bölüm, iş yapacak kapasitede birini ister. İkincisi, gelen kişinin birlikte çalışılabilir olması gerekir. Sonuncusu,  basitçe bir sempati bağıdır. Kemal ise, tüm bunları sağlamış biri olarak asistanlığa kabul edilir.




KEMAL ASİSTAN OLUR

“Bölümümüze yeni bir arkadaş katıldı arkadaşlar. Evet..Kemal kazandı. Hayırlı olsun Kemalcim, hoş geldin aramıza” diye başlar konuşmaya Bölüm Başkanı..Kemal’in yanakları hafifçe kızarmıştır. Önemli bir başlangıçta olduğunu hissetmekteyse de, henüz başladığı şeyin ne olduğundan bi haber olduğunun farkında değildir.

ASİSTAN KEMAL'İN İLK HAFTA DENEYİMLERİ

BİRİNCİ GÜN - KEMAL OKULDA

Kemal, ilk günün sabahı heyecanla kalkar, traşını olur, ailesiyle sevinç içinde kucaklaşır ve okulun yolunu tutar. Sabah sabah bu kapıdan ilk kez bu duygularla geçmektedir. Ne kadar özel biri olduğunu düşünüp, gururla gülümser.

Odasına yaklaşır..kapıyı yavaşça aralar. Bir anda kendini, onlarca gözle bakışırken bulur. İlk anda hepsi birbirine benzemektedir..tam bu şaşkınlık sırasında, bölümün en kaşar asistanı Çetin "Aramıza hoş geldin Kemal dostum” diyerek imdadına yetişir.

"Aramıza mı..hoşgeldin mi"..? bu sözcükler Kemal'i çarpar. Az önce, ne kadar özel olduğunu düşünmüşken, şimdi, aniden bir ordunun sıradan parçasına dönüşmek! Kemal, hiç hazır olmadığı bu gerçekle sadece o an değil, hayat boyu hesaplaşacaktır ve dahası bu bir karma gibi, yakasını hiç bırakmayacaktır.

İKİNCİ GÜN – KEMAL DERSTE

Kemal ilk günün heyecanını attıktan sonra, ertesi gün biraz daha sakinlemiş olarak okuluna gider.  Bu günün, bir öncekinden çok daha iyi geçeceğine dair bir kabulü vardır. Ancak akademi, kabullerle ve kurgularla pek uyuşmaz.

Odasının kapısını açar açmaz, asistanlardan biri yellik yepelek Kemal'e şöyle seslenir. “Kemal..Ahmet hoca seni arıyo len,  derse gitti çabuk yetiş oğlum..canına okur vallaa”! Aha..bu da nedir bismillah.. daha ikinci gündür ve Kemal’in çok fazla düşünme şansı yoktur. Koşar adım sınıfa yollanır.

Dersliğin kapısını aralayarak Ahmet hocaya bakar. Ahmet hoca, bir kafa hareketiyle "geç" der. Kemal, bir yandan boğa gibi soluk alıp verirken, bir yandan da bütün deliklerinden ter fışkırtmaktadır. Aklından, Ahmet hocaya sunmak üzere bir sürü kıçı kırık bahane geçire geçire ön sıralardan birine yönelir ve köşesine tüner.

100 kişilik sınıfın ortasına at b..ku gibi düşmüş olmanın utancı ile, gözlerini önündeki sıraya dikerek ne olduğunu anlamaya çalışır. Düşünceleri bir oraya bir buraya çalmaktadır.

"Puhh olsun yani, ilk gün daha be! Ben ne biçim bir giriş hayal etmiştim şu sınıflara / Saçlarım da iğrenç oldu ışınlanırken..galiba yana yatmışlar ama elleme oğlum..kılını oynatma valla oyar seni Ahmet / Şu sıralar da ne yüksekmiş, çük gibi kaldım..yok ben normalim abi..asıl yandaki herif ayı..demek ki neymiş, ayıların yanına oturmayacaksın/  .offf..ben ne halt etmeye girdim ki bu derse bilmiyorum yani..adam bensiz de anlatabiliyo zaten..hmmm..acaba benim girmemi şeyden mi istedi ki..bu konuda bir ödev yapmıştım ya hani..yok artık canım saçmalama / alaam şurdaki kıza bak..bu ne ya..olum kendine gel manyak herif, sen hocasın lan artık / eh be..bu ayakkabı da ne biçim vurdu ya.. dedim anama, alma benden habersiz diye..dinlemez ki adamı / hmmm..sıraya da ne yazmışlar hehe şuna bakk.."adem kulakları badem".. he hee..hi hiiii..zuhaha.. ayy sinirim mii bozuldu nee..ay dayanamıycam..alammm ahmet hoca bana bakıyo, sus len..ayy..sinirim..kalktı..hihhiii hiiiiii..ay çok fenayımmm...alamm yardım ettt..

Burada Kemal kopmuştur ve şükür ki ders de bitmiştir. Ancak akademi, binbir çeşit dersle doludur ve bu günün dersi, Kemal' in ego ıslahı üzerine gerçekleşmiştir.

ÜÇÜNCÜ GÜN – KEMAL BÖLÜM TOPLANTISINDA

İkinci günkü rezillikten sonra, Kemal üçüncü güne başlar. Bu gün ilk kez bir bölüm toplantısına katılacaktır. Hocaların toplanıp toplanıp ne yaptıklarını hep merak etmiştir ve şimdi kendi gözleriyle görecektir.

Bölüm Başkanı - Arkadaşlar bugünkü toplantımızın amacı..

Bir Hoca -  Benim bir önerim olcaktı, hani şu geçen toplantıda şey etmiştik ya..

Bölüm Başkanı - Bir dakika ona gelcez hocam.. bi şu gündemi halledelim önce.

Aynı Hoca -  İyi de benim işim var.. bir an önce halletsek de benim şu konuya gelsek!

Bölüm Başkanı - Evet..bu günkü gündemimiz asistanların dağılımı arkadaşlar. Okuyorum dinleyin ve öneriniz varsa söyleyin.

Aynı Hoca - Ordaki şeye itirazım var ama benim, geçen gün de söyledim size..hiç de uygun değil yani !

Bölüm Başkanı - Hocam! Daha okumadık ki.. bi dakika ya..evet okuyorum.

Bir başka Hoca - Efendim..bölüm toplantılarında şöyle bir ilke mi koysak diyorum. Önce ortak meseleler şey edilsin, sora kişisel olanlara baksak.

Bölüm Başkanı -  Efendim zaten öyle şey edilmeye çalışılıyor da, bir türlü olamıyor..okuyorum!!

Bir diğer Hoca - Şemsi bey, ben sizin o dediğinizi düşündüm ama pek aklıma yatmadı yani çünkü..

Şemsi Hoca - Efendim siz anlamadınız ki ondan yatmadı şeyinize..bi kere o konunun öncelikle yönetim kurulundan şey olması..

Bölüm başkanı - arkadaşlar..dağılım şeysi kabul edilmiştir! Toplantımız bitti buyrun şimdi gündem dışı şey etmeler ve sorular.

Asistan Kemal el kaldırır - Hocam..ben şimdi hiç bi şey anlamadım?

Bölüm Başkanı - .......?? Sen sonra odama GEL Kemal !!!

AYNI GÜN – ASİSTAN KEMAL ODAYA GİDER

Kemal için, asistanlığın en önemli anlarından biridir bu. Kemal, bir Bölüm Başkanı'nın odasına davet edilmiştir. Toplantı sonrasında, Kemal heyecan içersinde Bölüm Başkanı'nın kapısını çalar. İçeri girdiğinde; kağıtlar, dosyalar, kutular arkasından gelen "OTUR!!" komutuyla yandaki sandalyeye tüner.

Bölüm başkanı yüzüne bile bakmadan ona kısa ve öz açıklamayı yapar.

Hoca - Sen benim asistanım olcaksın. Bundan sonra benimle çalışacaksın ve seni günde 5 defa bu odada görcem..ANLAŞILDI MI ? Ders notlarımı al, üzerinde çalış..ha bir de sekreterden benim programımı öğren.. toplantı yada başka şey olduğunda, o gün sen anlatırsın dersi. Şurda da bi kağıt var, oradaki bilgileri doldur. Bunlar fen bilimlerine gidecek..senin tezinle ilgili. Teze hemen başla. Burada vaktin olmaz, işimiz çok. Evde geceleri yaz, ertesi gün getir göreyim. TAMAM MI..soru var mı ?

Asistan Kemal - ........yok komtanım!

Hoca - Tamam. Şimdi git, laboratuardaki örneğe bak hazır mı..değilse Fuat'ı çağır gelsin baksın ne b..ka yarıyosa o da, aldık başımıza uzman diye! Ha unutmadan, artık laboratuar ve arşivden sen sorumlusun.. kayıtları kontrol et, listeyi yeniden düzenle ve yarın getir bana. TAMAM MI !

Asistan Kemal - ............tamam komtanım!

Hoca - Tamam.  Şimdi çık yarın gel. Ha bi de toplantılarda öyle abuk subuk konuşma ! Daha dün bir bugün iki ! ÇIK ŞİMDİ!

Asistan Kemal - ..........peki komtanım!

Bu görüşme, asistan Kemal'e akademideki yerini göstermesi açısından önemli bir katkıda bulunur. Asistan Kemal, boş uzayda süzülmekten kurtulmuş ve dahası patronun kim olduğunu öğrenmiştir.

DÖRDÜNCÜ GÜN – ASİSTAN KEMAL İŞ BAŞINDA

Hızlı bir göğüs pasıyla kucağına bırakılan görevler Kemal'i şaşkına uğratmıştır. "Bunca şeye aynı anda başlamak ve bitirmek de neyin nesi" diye düşünür. Bu konuyla kendi başına baş edemeyeceğini fark eder ve asistan Çetin ile buluşmak üzere hızla kantine yönelir. Sahne: Kantin Konu: Kemal depresyonda

Asistan Kemal -  Abi ya, yani akıl mantık alır mı abi..bütün bunları Ahmet hoca bana bi günde yap dedi..olurmu ya, bilmiyolar mı ki bunun olmayacağını. Yoksa da ben mi çok salağım beceriksizim..ne bileyim yani bi b..ka yaramaz adamın teki miyim neyim? Dünden beri moralim çok bozuk inanki.........atcam şimdi kendimi çatıdan valla !!!

Kaşar Çetin - He hee..oğlum bak, her işin bi uzmanı var ve sen çok şanslısın biliyon mu. Bu işlerin üstadı tam karşında duruyo..sen sor ben söyliyeyim. Ne yapcan mesela yarına ha..söyle bulalım derman hemen şuracıkta. Değer mi şu biricik Kemal'i çatılardan atmaya. Allah bu canı bize öyle her mıncırık işte aşağı sallıyalım diye mi verdi..evet dinliyorum konuş!

Asistan kemal - Bak şimdi..ben yarına, hem laboratuardaki dökümleri düzeltcem, hem tez formu doldurcam, hem Ahmet hocanın notlarını alıp hatmetcem, hem de..

Kaşar Çetin - Ohooo bunlar mı abi senin derdin? Bunlar iş mi? Ben de harbiden bir şey yapcan sandım ya..git şurdan yaa offfff…

Asistan kemal -  Nasıl yani?

Kaşar Çetin - Oğlum iyi dinle bi daha anlatmam ha..bak şimdi, sen Ahmet hocanın asistanı değilmisin ? Kapı gibi pozisyonun var bi kere bunu öğren önce. Burada kaç kişi, kaç şey atar valla senin yerinde olmak için be. Sen şimdi şöyle yapcan. Laba git..o Fuat'a "Ahmet hoca listeyi düzenlenmiş olarak yarına istiyor, sen hazırla, ben ona götürcem" de. Sonra, bu tez formu işlerinde üstad bizim Şeyda'dır ve çok delikanlı hatundur. Şöyle yağmur altında kalmış it gibi, kuyruğun k..çına yapışık yanına gidersen, valla değil form, senin tezini bile yazar bağlar kuyruğuna anında. Bunu da ona kakaladık mı abi, ne kaldı geriye? Ha, Ahmet hocanın notları mı..git sekreter Süheyla’ya, o Ahmet hocanın bütün notlarını versin sana. Bütün notlar okunmayacak ki zaten hemen. Hangi dersi varsa onu oku.  Ayrıca onun da eski asistanı Nermindi. Git nermine, acık kıldır ama onun da zayıf tarafı şeydir yani..bir sen biliyomuşsun bunu, valla da bir bilen olarak herkes seni söyledi falan dediğinde, atlar hemen başlar sana anlatmaya. Ondan da aklında kalanları not al..ahaa..işte bittii..başka sorun?

Asistan Kemal - he hee..yok abi, ellerin dert görmesin. Ne diyeyim sana, gel bi öpeyim seni yaa...

Mutlulukla sonuçlanan bu paylaşım, Kemal'e iş görmenin yeni yollarını öğretir. En doğru yol olmasa da, iş bitiricilik anlamında etkin bir yoldur öğrenilen. Elbette yolu bilmek, bu yolda usulünce yürümeyi garantilemez her zaman. Hele de ondan önce bu yollardan geçmiş bir Ahmet hoca ve saz ekibiyle karşı karşıya iken..

BEŞİNCİ GÜN - ASİSTAN KEMAL İŞ TESLİMİNDE

Asistan Kemal, kaşar Çetin’in ona içtenlikle önerdiği bütün aşamaları tamamlayarak, Bölüm Başkanı'nın kapısını tıklatır. Sahne: Bölüm Başkanlığı odası Konu: İş teslimi

Bölüm Başkanı - Eee kemal bey..bitti mi her şey?

Asistan Kemal - Evet hocam buyrun.. her şey hazır.

Bölüm Başkanı - İyi..koy şuraya. Listeyi kontrol ettin mi? Varmıymış yeni malzeme falan ve zayi bişeyler?

Asistan Kemal - Hocam.. listeye iki yeni malzeme eklendi..bir de arazi ölçüm aleti kayıptı onu da yazdıkdı.

Bölüm Başkanı - Üç scanner geldi, yazmış mı Fuat bunları, baktın mı ?

Asistan Kemal - Höö?..scanner mı..?

Bölüm Başkanı - Niye..bakmadın mı laba inip, listeyle karşılaştırmadın mı yoksa?

Asistan Kemal -  Eee..baktımdı...görmedimdi..sanırsam dı.. hocamdı!

Bölüm Başkanı - Ya geçen gün kaybolan şeyi eklediniz mi Fuat'la?

Asistan Kemal - Hööö..neyiydi hocamdı?

Bölüm Başkanı - Labaratuara girdin mi sen bakayım! Yoksa da Fuat'ın meşhur listesini mi aldın geldin bana! .......söyle bakayım labda kaç pencere var?...konuş lenn..!

Asistan Kemal - Hööö?....dı hocamdı...

Bölüm Başkanı - Anlamadım?

Asistan Kemal: hrmzlşşkıdı hocam..yani.

Bölüm Başkanı - Ne çabuk kaşarlandın sen yaa..al şu listeyi gözüm görmesin! Yeni listeyi 1 saat içinde getir. Labda kaç pencere varsa, onu da say, gel bana söyle..YÜRÜ!!

Asistan kemal: emrrrrri.. bbaşş. hocamzz dı.!!

Asistan Kemal labdaki pencereleri sayar.. yedi adettir. Kemal bu sayıyı, hayatı boyunca unutmamak üzere bir köşeye yazar.

Elbette bundan daha önemlisi şudur. Sonuç'suz süreç'ler veya süreç'siz sonuç'lar girdabında kaybolmak için akademi, eşsiz bir yerdir. Kemal'in, iş yapmaya dair karşılaştığı yepyeni paradigmaların pek çoğunda, bu derin girdaplar yer alır. Bazıları işe yararken, bazıları eline yüzüne bulaşacaktır. Ve nihayetinde Kemal, deneyim ve tercihleriyle "kendine en uygun" yolu bulacaktır.





AKADEMİK GEYİKLER - öğrenelim, eğlenelim niyetiyle:)

ASİSTAN KEMAL “ATAMA KRİTERLERİ” KONULU AKADEMİK KURULDA

Asistan Kemal bölüm kurullarına artık alışmıştır, ancak bu gün ilk kez, tüm bölümlerin katılımıyla oluşan bir akademik kurula katılacaktır. Sahne: Fakülte toplantı salonu Konu: Yeni atama kriteri

Dekan toplantıyı ve konuyu hemen açar.

Dekan - Arkadaşlar.. sayın Rektörümüz, akademik camiaya önemli bir fırsat sunmaya karar vermiş.  Bundan böyle, yeniden atanmak isteyenlerin, eğitim meseleleri hakkında düşündüklerini belgeler bir makale yazmalarının iyi olacağı kanaatine varmış. Ama yine de biz dedik ki senatoda, "sayın hocam.. bütün arkadaşlar yatıp kalkıp eğitim üzerine o kadar düşünüyorlar ki, nerdeyse eğitim yapmaya fırsat bulamıyoruz. Dolayısıylan biz bi konuşalım onlarla da, hiç değilse bundan böyle boşa düşünmeyip, bunu bilimsel bir esere dönüştürebileceklerini müjdeleyelim onlara"…dedik. Buyrun.. şimdi fakültemizin her iki bölümünün de görüşlerini alalım.

Bir Bölümün Görüşü - Sayın hocam.. bizim bölüm bu konuyu kendi iç aleminde görüştü ve “gerekiyorsa yazarız..nedir yani” kararı verdi. Teşekkür ederim.

Dekan - Allah razı olsun.. sağolun. Şimdi sözü diğer bölüme veriyorum. Buyrun..

Diğer Bölümün Görüşü - Sayın hocam..biz de konuyu kendi aramızda görüştük, eğitimin çok mühim bi mesele olduğuna kanaat getirdik . ”Hatta eğitim üretim içindir” aşamasına kadar geldik.  Fakat daha sonra nasıl olduğunu anlayamadan, birden bölüm beş gruba bölünerek “gönüllü hizip komisyonları” oluşturdu.. du……..budur yani.

Dekan - Nasıl yani ?

(sessizlik………)

Deneyimli eski bir hoca - Biz neyi tartışıyoruz şimdi.. anlamadım?

Deneyimli bi başka hoca - Ya tamam, benim bu konuda bi sürü çalışmam var.. odamda duruyorlardı son hatırladığım kadar.  Onlara bi baksınlar..yani!

Deneyimsiz bir hoca - Bu konuda yapabileceğimiz bişey yok mu..dekanlık uyuyo mu..bizi temsil edenler nerdee!!...kartal kalkar dal sarkar dı..yok bunu kayıttan çıkarın bu olmadı özür dilerim :(

Dekan: Hö?

Asistan Kemal - Ben bi şey diyecektim di.öhöö..yani şimdi şöyle sayın hocam. Bizler henüz sayın deneyimli hocalarımızın dengi değiliz..görüldüğü gibi onlar engin deneyimleri ile konuyu hemen kavrayıp anlamlı bi çerçeve çizebiliyolar. Biz ise genç, deneyimsiz, zavallı, ne idüğü belirsiz, öle buruş kırış bi asistan grubuyuz.. eğitim hakkında düşünmek ne haddimize..dermişim ..saygılarımı sunarmışım.

Biraz daha deneyimli bi asistan - Sayın hocalarım, sevgili arkadaşlarım..bizler burada yıllarca dirsek sürtmüş, her türlü acıyı tatmış, gereğinde bu okul için kendini feda etmiş bir bir topluluğun ecdadlarıyız. Peki, bunun karşılığında ne verildi bize, soruyorum sizeee!! Bu eğitim makalesini, bize bulanmış katranın tüyü olarak gördüğümüzü belirtmek isteriz..teşekkür ederiz !

Daha az deneyimli bi asistan - Ben şöle düşünüyorum. Buradaki en kutsal şey biziz. Biz niye buradayız? Çünkü bu vatan, bizim engin zekamızdan fışkıracak bilimsel çalışmalara
 muhtaç. Biz olmasak her şey bir hiç..hayat anlamsız..siz kimsiniz? Bilim nerde? Ben kimdim dii..şey ettim diii..hrfşşşşgırk..ühüüüü………..

Dekan - Arkadaşı götürüp, kafasını bu vatanın engin sularına bi batırıp getirin de kendine gelsin. Evet efendim nerde kalmıştık?

En deneyimli hoca - Yazcaz mı yazmıycaz mı da kaldık..

Dekan - O halde değerli arkadaşlarım, kararımızı açıklıyorum. Eğitim konulu atanma makalesinin yazılmasından büyük mutluluk duyacağımız ve bu onuru bize bahşeden sayın üniversite yönetimini kutladığımız kararını almış bulunuyoruz. Tüm arkadaşlara katkıları için teşekkür ederim. Dağılabiliriz arkadaşlar.

Asistan Kemal şaşırır. Yanındaki kaşarlanmış asistan Çetin'e dönerek sorar.. "ne oldu şimdi yaw..yazcaz mı yani?" Çetin ona şöyle bi bakar ve cevap verir.. "tüylerin gözlerine ne kadar yakıştı be kemal: ))"


















2 yorum:

  1. Cooook guldum yeni yeniden.... Devamlari da olsun nolur!

    YanıtlaSil
  2. Sağoll semacım dur bakalım başka neler varmış..buldukça yazacağım şekerr:))

    YanıtlaSil